Diyanet İşleri Başkanı Erbaş: Bugün yeryüzü, İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaç

Diyanet Akademisi Sempozyumu’nda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, bugün yeryüzünü İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaç olduğunun altını çizerek dini bilginin hayatla iç içe olmak zorunda olduğunu vurguladı.

Diyanet Akademisi Başkanlığınca, Türkiye Diyanet Vakfı Konferans Salonu’nda ‘Türkiye’de Üretilen Dini Bilginin Din Hizmetlerine Katkısı ve Diyanet Akademisi Sempozyumu’ düzenlendi.

Sempozyumun açılında konuşan Erbaş, bugün yeryüzünün İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaç olduğunu belirterek “Bu süreçte köklü bir ilmi mirasa sahip olan Müslümanlara, ilim insanlarına önemli sorumluluklar düşmektedir” diye konuştu.

Erbaş, Müslümanların İslami ilimlerde çok büyük eserler kaleme aldığını belirterek “Medine’den Endülüs’e, Kurtuba’dan Buhara’ya pek çok ilim insanı yetişmiş. Onların bugün yazdıkları eserleri tanımamız, okumamız, bunları okuyabilecek talebeler yetiştirmemiz gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.

Dini bilginin hayatla iç içe olmak zorunda olduğunu dile getiren Erbaş, “Yaşanan hayatı, sorunları, sosyal gerçeklikleri, insanlığın gündemini, ihtiyaç ve beklentilerini dikkate almayan bir din anlayışı ve hizmeti daima eksiktir ve verimsiz kalır. Kaldı ki salt bilgi sahibi olmayı merkeze alan, onu değere dönüştüremeyen, toplumun hizmetine sunamayan ve nihayetinde insanda bir şuur ve farkındalık oluşturamayan bir yaklaşımın İslam’ın bilgi anlayışı ve ahlakından uzak olduğu malumunuzdur” ifadelerini kullandı.

‘Diyanet Akademisi’ni hayata geçirmiş olmanın kıvancını yaşıyoruz’

Diyanet İşleri Başkanlığının milletine, dinini, inancını ve medeniyetini öğretmek için pek çok eğitim faaliyetleri gerçekleştirdiğini belirten Başkan Erbaş, sözlerine şöyle devam etti:

Cumhuriyet dönemi dini müesseseleri arasında çok özel bir konuma sahip olan dini yüksek ihtisas merkezlerimiz ve dini ihtisas merkezlerimiz bu anlamda önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Başkanlığımız İslami ilimler literatürüne yeterli erişimin henüz tam manasıyla sağlanamadığı, dini alanda yükseköğretim düzeyinde faaliyet gösteren kurumların henüz yaygınlaşmadığı ve hatta yok denecek kadar az olduğu bir dönemde bu mühim ihtiyaca cevap vermek ve temel İslami ilimler alanında önemli bir boşluğu doldurmak üzere Diyanet Akademisini, akademiden önceki haliyle eğitim merkezlerimizi, ihtisas merkezlerimizi kurmuş, hayata geçirmiştir. İşte bugün hamdolsun Diyanet hizmetleri için büyük bir imkan olarak gördüğümüz Diyanet Akademisini hayata geçirmiş olmanın kıvancını yaşıyoruz. Diyanet Akademisi, Başkanlığımızın kuruluş misyonunu gerçekleştirecek nitelikte kadrolar yetiştirmek adına hizmet veren saygın ve mümtaz kurumlarımızdan biridir. Bu meyanda Diyanet Akademisinin İslami İlimler geleneğiyle sağlıklı ve nitelikli bir iletişim kurmak derinlikli, ilmi çalışmalara rehberlik etmek, kaynaklara doğrudan ulaşarak İslam dinini doğru anlamak ve hiçbir kesimini dışlamadan bütün toplumu aydınlatarak, insanımızı geleceğe taşımak gibi önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır.

‘Akademimizin temel hedefi iyi hocalar yetiştirmek’

Başkan Erbaş, Diyanet Akademisi sayesinde hizmet öncesi eğitimlerle personelin daha donanımlı şekilde göreve başlayacağına vurgu yaparak “Akademimizin temel hedefi İslam medeniyetinin müktesebatını, temel kaynaklarını, konularını bilen güncel meselelerin, sosyal değişimlerin farkında yeni sorunlara çözüm üretebilen, İslam’ın insan, çevre, toplum, ahlak, Allah tasavvurunu özümsemiş, mesleki formasyonu güçlü, iletişim, etkileşim ve pedagojik yönü iyi hocalar yetiştirmektir” diye konuştu.

‘İnsanı öldürmek için değil yaşatmak için bilime ihtiyaç var’

Yaşanan savaşlar, işgaller ve katliamlardan bunalan insanlığın yeni bir arayış içerisinde olduğunu gördüklerini dile getiren Erbaş, “Şu bir gerçek ki bugün yeryüzü İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaçtır. Bu süreçte köklü bir ilmi mirasa sahip olan Müslümanlara, ilim insanlarına önemli sorumluluklar düşmektedir” dedi.

Erbaş, şunları kaydetti:

Öncelikle yaşananların doğru okunup iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Sadece İslam coğrafyası için değil, küresel emperyalist bir mafya tarafından kuşatılmış bütün dünyanın kurtuluşu için hak, hukuk, adalet, merhamet çerçevesinde güçlü bir gelecek perspektifi ortaya konulması önem arz etmektedir. Bugün dünyanın gözü önünde Filistin’de, Gazze’de bu küresel emperyalist vahşilerin desteğiyle Müslümanları, bebekleri, çocukları, masumları katleden işgalci zalimler işte o zaman buna cesaret edemeyecektir. Biz hem bilimsel olarak hem de birlik, beraberlik içerisinde olursak bütün Müslümanlar ve dünyanın vicdanlı insanları olarak, hukuk, ahlak, adalet çerçevesinde insan yetiştirirsek işgalci zalimler ve dünyayı mafyavari yöneten ve yönetmeye çalışan emperyalist zalimler buna fırsat ve cesaret bulamayacaktır.

İnanıyorum ki İslam’ın ana kaynakları ekseninde insana, varlığa ve hayata dair bütüncül bir yaklaşımla üretilecek bilgi, içinden geçtiğimiz bu kaotik süreçte, insanlığın anlam arayışına en güzel şekilde rehberlik edecektir. Dünyanın öldürmek, yok etmek için ilme, bilime değil; insanı yaşatmak, insanı huzura kavuşturmak için ilme, irfana, bilgiye, hikmete, bilime ihtiyacı vardır.

Milli Eğitim Bakanı Tekin: Etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller hedefliyoruz

Bakan Tekin, Avrasya Bir Vakfının Cumartesi Konferansları’nda yaptığı konuşmasında Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’yle toplumu ve ülkesini imar eden şahsiyetler yetiştirmeyi ahlaki bir sorumluluk olarak aldıklarını belirterek milli ve manevi değerlerimizi yücelten, koruyan, insani değerleri kucaklayan nesiller yetişmesini istediklerini dile getirdi.

Avrasya Bir Vakfı’nda düzenlenen Cumartesi Konferansları’na katılan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, sunum eşliğinde Milli Eğitim Bakanlığının çalışmalarını anlattı.

Türkiye’de 1 milyon 200 bine yakın öğretmen olduğunu, bunların yaklaşık 18 milyon civarında öğrenciye hizmet verdiğini belirten Tekin, bunun büyük bir rakam olduğunu, aileler ve yakınlar düşünüldüğünde 85 milyon vatandaşın tamamının eğitimle ilgili haberleri ve gelişmeleri yakın takip ettiğini söyledi.

Tekin, görevdeki öğretmenlerin yaklaşık 800 bininin son 22 yılda atananlar olduğunu dile getirerek, “Bu yüzde 80’e yakın bir rakam yapıyor. Aynı şekilde yapılan dersliklerin sayısı yine bu 22 yılda 2 katından daha fazla artmış durumda. Aynı şekilde güçlendirme yapılan, yıkımı yapılan derslikleri de hesaba kattığımızda bu sayı yaklaşık 3 kata kadar, bu rakamın içerisinde özeller de var, çıkmış oluyor” diye konuştu.

Yurt dışında ve yurt içindeki birçok akademik toplantıya katıldıklarını anlatan Tekin, öğretmenlerle de konuşarak Türkiye’deki müfredatla ilgili eleştirileri topladıklarını aktardı.

Uluslararası raporlarda iki ana eleştiri olduğunu belirten Tekin, şöyle devam etti:

Diyorlar ki, birincisi, ‘Sizin müfredatınız 1980, 1990 yıllarında dünyada yaygın olarak yaygın olarak kullanılan ve bilgiye erişmede sıkıntı yaşayan çocuklara tek bilgi kaynağı okuldaki dersler ve ders kitapları. Siz hala aynı mantıkla devam ediyorsunuz. Eğitim sisteminizi bu açıdan revize etmeniz gerekiyor.’ Bu Türkiye ile ilgili raporların hemen hemen hepsinde var. Diyorlar ki, ‘Dünyada eğitim öğretim sistematiği bilgi vermek değil. Bilgiyi beceriye dönüştürmek üzerine odaklandı. Bu mantık artık terk edildi.’ İkinci eleştiri ise ‘Siz zorunlu eğitim çağını, yani bu 18 yaşına kadar muhatap olduğumuz kitleye sanki hayatın ilerleyen kısımlarında hiç eğitim öğretim alma seçeneği yokmuş gibi her şeyi burada vermeye çalışıyorsunuz.’ Bilgi vermeye odaklandığımız, beceriye dönüştürmeyi düşünmediğimiz için çocuklara sadece ezber bilgileri veriyoruz. Sonra unutuyor, ne işe yaradığını bilmiyor. Eğitim sistemimiz işlevsiz hale geliyor. Gereğinden fazla bilgi vermeye çalışıyoruz çocuğumuza. Bunu yaptığımız zaman çocuk başarısız oluyor, pedagojik anlamda. Öğretmen de ‘Yetiştiremiyoruz bu müfredatı.’ diyor. Öğretmen başarısız. Müfredat yetişmediği için okul başarısız, eğitim sistemi başarısız. Peki niye kendimize bu işkenceyi yapıyoruz?

Tekin, müfredatın revize edilmesi gerektiğine dair ellerinde çokça akademik çalışma biriktiğini vurgulayarak, çalışma yapmaya başladıklarını anlattı.

‘Etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller hedefliyoruz’

Vatandaşın eğitim sisteminden beklentisinin Güney Kore’de, Fransa’da ve Singapur’daki bir vatandaşın beklentisinden farklı olduğunu dile getiren Tekin, şöyle konuştu:

Bizim yaptığımız üçüncü şey müfredatla ilgili. Kendi milli manevi değerlerimizi, ülkeyi, toplumu, milleti bir arada tutacak temel asgari müştereklerdeki temel değerlerimizin müfredatın içerisine yedirilmesini arzu ettik. Bu anlamdaki verilerden beslenen hem de kendi değerlerimizi yansıtan, kendimize özgü bir model oldu ve adına da Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli dedik. Öğrenci profili tanımlaması yaptık. Dedik ki, nasıl bir öğrenci istiyoruz? Yetkin ve erdemli insanı önceleyen bir öğrenci profili. Beceri odaklı ve becerileri tetikleyici bir eğitim sistematiği. Gündelik hayatla bağlantı kurma, sadeleştirilmiş içerik, her bir çocuğun farklı bir birey olduğu mantığından hareketle farklılaştırılmış bir eğitim öğretim süreci inşa etmeye çalıştık.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, müfredatı yüzde 35 oranında sadeleştirdiklerini aktararak, ahlaklı, erdemli, milleti ve insanlık için iyiyi, doğruyu, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş, eleştirel düşünebilen, sorgulayan, araştıran, medeniyete uyum sağlayan değil etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller hedeflediklerini kaydetti.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli‘nin temelinde insan olduğunu vurgulayan Tekin, şunları dile getirdi:

Hedefimiz iyi insan yetiştirmek. İnsanı zihinsel, duygusal, bedensel, sosyal ve manevi gelişim yönleriyle bir bütün olarak ele aldık. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’yle toplumu ve ülkesini imar eden şahsiyetler yetiştirmeyi ahlaki bir sorumluluk olarak, Bakanlık olarak üstümüze aldık. Milli ve manevi değerlerimizi yücelten, koruyan, insani değerleri kucaklayan nesiller yetişmesini istedik. En sonunda da medeniyetimizin üzerine inşa edildiği temel kavramlar olan aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi nesiller yetiştirmek için madde, mana, akıl, duygu, nefis, vicdan, insan toplum ve zaman mekan dengesini gözeten bir program oluşturmaya çaba sarf ettik.

Silikon Vadisi’nde Yapay Zekâ Destekli Silahların Ölüm Kararını Verme Yetkisi Gündemde! (İnsanlık İçin Tehdit mi, Fırsat mı?)

Silikon Vadisi, yapay zekâ destekli silahların öldürme kararını alma yetkisini ve bunun etik boyutunu masaya yatırıyor.

Silikon Vadisi, yapay zekâ destekli silahların etik ve güvenlik boyutları üzerine önemli tartışmalara sahne oluyor. Son günlerde otonom silahların insana karşı karar alabilme kapasitesi masaya yatırılıyor.

Silikon Vadisi’nde yapay zekâ destekli silahların, hedef alıp öldürme kararı alıp almayacağına dair önemli tartışmalar yaşandı. ABD’nin önde gelen teknoloji şirketlerinden Shield AI’nin kurucu ortağı Brandon Tseng, yapay zekâ algoritmalarının insanların hayatına son verme kararı veremeyeceğini savundu.

Otonom silahlar toplumun korkusu mu?

Tseng, bu tür silahların asla tamamen otonom olmayacağını belirtirken, kongrenin bu konudaki duyarlılığına dikkat çekti. Toplumun bu meseledeki endişelerini dile getirirken, yapay zekâ ile donatılmış silahların insani bir değere sahip olamayacağını da vurguladı. Öte yandan, Anduril kurucu ortağı Palmer Luckey, otonom silahların kullanımı konusunda farklı bir bakış açısı sundu. Luckey, silahların otonom olarak insanların hayatını sona erdirmesi gerektiği anlamına gelmediğini, yalnızca kötü niyetli kullanım endişesine dikkat çektiğini belirtti. 

ABD hükümeti de, henüz tamamen otonom silahlar satın almadığını, bu silahların uluslararası satışının ise belirsiz olduğunu vurguladı. Askeri yetkililer, otonom silahların kullanımı hakkında bağlayıcı kuralların getirilmesinin henüz erken olduğu görüşünde. Ukrayna’daki savaşın etkisiyle de otonom sistemlerin entegrasyonu konusundaki tartışmalar daha da derinleşmiş durumda. Ukrayna’nın dijital dönüşüm bakanı Mykhailo Fedorov, savaşta avantaj sağlamak amacıyla daha fazla otomasyona ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Ancak, bu süreçte insan kararının gerekliliği de vurgulanıyor.  

Teknoloji şirketleri, yapay zekâ ile donatılmış silah sistemlerinin geliştirilmesi konusunda adımlar atmaya devam ederken, bu silahların insan hayatını tehdit etmemesi gerektiği üzerinde duruluyor. Otonom silahların geleceği, etik ve güvenlik konularında devam eden bu tartışmalarla şekillenecek gibi görünüyor. Yapay zekânın insan hayatı üzerindeki etkileri, teknoloji dünyasında büyük bir tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Yarattığı Dolandırıcılık Yöntemi ile Tarihe Geçen Charles Ponzi’nin Tartışmalı Hikâyesi (Günümüzde Bile Kullanılıyor!)

Charles Ponzi ismi kulağınıza tanıdık geliyor mu? Bu içerikte, kısa sürede zengin olma hayalini satarak birçok kişiyi dolandıran ve “Ponzi şeması” denilen yönteme ismini veren Ponzi’nin öyküsünü anlatacağız.

Charles Ponzi, 1903 yılında bir gün büyük bir servet sahibi olacağına inanarak Amerika’ya gelmişti.

Bir süre farklı işlerde çalışan fakat hiçbirinde başarılı olamayan Ponzi, hayat ona istediğini vermeyince kendi yolunu çizmeye karar verdi. Fakat seçtiği yol dolandırıcılıktı…

Ponzi, 1919 yılında yatırımcılara inanılmaz bir teklif sundu!

Ponzi’nin teklifi 45 gün içinde %50, 90 gün içinde ise %100 kazanç sağlanabileceğini vadediyordu.

Kaçırılmaması gereken bir teklif gibi görünen bu vaat, doğal olarak insanların dikkatini çekti ve kısa sürede birçok kişi Ponzi’nin işine yatırım yapmaya başladı.

Peki, Ponzi tam olarak ne iş yapıyordu?

Aslında yaptığı işin ardında çok basit bir düzen vardı.

Ponzi, yeni yatırımcılardan topladığı parayla eski yatırımcılara ödeme yapıyordu.

Yani bir nevi, parayı cebinde tutmadan döndürüyor ve sürekli yeni yatırımcı bularak sistemi ayakta tutuyordu.

Charles Ponzi, “Ponzi şeması” adı verilen bu dolandırıcılık yöntemini kullanarak kısa sürede çok büyük miktarda para toplamayı başarmıştı.

Öyle ki Ponzi, insanları yüksek kazanç vaatleriyle cezbetmiş ve sadece birkaç ay içinde milyonlarca doları kontrol etmeyi başarmıştı.

Ponzi bu parayla lüks bir yaşam sürdü ve zengin bir iş insanı gibi davranarak çevresindeki insanları daha da etkilemeyi başardı.

Ancak bu büyük kazanç, tamamen gerçek dışı bir düzen üzerine kuruluydu ve sürdürülebilir değildi.

Ponzi’nin kazandığı paralar, yeni gelen yatırımcılardan toplanan fonlarla karşılanıyordu ve bir noktada yeni yatırımcı bulunamadığında sistem kaçınılmaz olarak çöktü.

Boston Post gazetesinin de durumu ortaya çıkarmasıyla birlikte Ponzi’nin dolandırıcılığı ifşa oldu ve binlerce insan büyük kayıplar yaşadı.

Charles Ponzi’nin bu serüveni ise hapisle sonuçlandı.

Ancak Ponzi geriye tatsız bir miras bıraktı. Charles Ponzi’nin adı, bugün hâlâ dolandırıcılıkla eş anlamlı kullanılıyor.

Onun yarattığı Ponzi şeması adı verilen bu yöntem, özellikle finansal bilgisi zayıf kişileri hedef alarak kısa sürede zengin olma hayali satmaya devam ediyor.

Ponzi’nin hikâyesi, hızlı kazanç vaat eden sistemlerin ne kadar tehlikeli olduğunu bize bir kez daha hatırlatır nitelikte.

Kaynak: Investopedia

Veda : Hayatımızdaki Kaçınılmaz Tümsekler

Için bilgi mi arıyorsunuz? Veda : Hayatımızdaki Kaçınılmaz Tümsekler makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Hayatta karşılaştığımız en sarsıcı ve kabullenmesi ağır gelen gerçeklerden biri de her şeyin bir sonu olduğudur. Bu sonlar sevdiğimiz bir kişinin kaybı, bazen bir ilişkinin bitmesi, sevdiğimiz bir yerden taşınma ya da sevdiğimiz bir eşyayı kaybetme olarak karşımıza çıkabilir. Hepsinde vereceğimiz tepkiler kişisel olarak değişse de bir veda söz konusudur. Veda etmek ise psikolojik ve duygusal olarak derin bir deneyimdir ve çoğu zaman kişileri zorlayabilir. Peki, veda etmek neden bu kadar zor gelir?

Veda ve Kayıp İlişkisi

Veda ve kayıp iç içedir.Bazen insan sevdiğini, hayallerini ya da yaşanılan bir evreyi geride bırakırken ona dair beklentilerine, umutlarına ve anılarına da veda eder aslında. Yani vedalarda kalbimizi sızlatan acı sadece kaybedilene atfedilmez. Yüklediğimiz anlam, kurduğumuz hayaller hepsi etkendir üzüntümüzün yoğunluğunda. Geride bıraktığı boşluk ise insanda kaygı ve üzüntü yaratabilir. Bilinmez bir sürece girilecektir ve bilinmezlik çoğu insana korkutucu gelebilir.
Vedalaştığımız kişi sevdiğimiz bir kişi ise arkasında bıraktığı boşlukta fazlaca ayak izi bulabiliriz. Yaşanmışlık ne kadar fazlaysa, kurulan bağ da o kadar girift olabiliyor. Ordan oraya koşturan duygularımızın , boynu bükük kalmış gibi hissetmemiz de çok insanidir bu yüzden.

Veda, Kayıp ve Yas

Veda sırasında yas süreci tepkileri görülebilir. Bunun nedeni aslında ortada bir kaybın olmasıdır.Kişinin sahip olduğu bir değer artık ulaşamayacağı bir noktadadır ya da değişmiştir. Burada yasın evrensel aşamalarından olan inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme yaşanabilir. Kaybımızla olan bağımız , yüklediğimiz anlam bu aşamaları yaşarken nasıl bir tutum sergileyeceğimizi belirler. Kişinin mizacı, kişiliği ,yaşadığı kültür ve psikolojik esnekliği süreci anlamlandırma da yol gösterici olacaktır.

Veda’da Kabullenme Süreci

En sancılı fakat en iyileştirici, dönüştürücü süreçtir. Çünkü artık gelecek olan kabulle beraber “değişim” kabul edilir. Kayıp, tüm gerçekliğiyle ortada durmaktadır ve bizim bu gerçeği görme zamanımızdır. Bu gerçeklik ve peşinden gelecek değişim, başlangıçta korkutucu görünse de hayatın bir parçasıdır.

Sağlıklı Vedanın Özellikleri

Duygularımızı bastırmak yerine ifade etmek, bu dönemde hayati önem taşımaktadır. Deneyimlediğimiz şeyleri tüm saflığıyla hissedebilmek ve yaşayabilmek, iyileşmenin bir parçasıdır. Yas sürecinde içimizden gelen duygulara değil çevreden gelen seslere kulak verdiğimizde yaşadığımız bize ait bir yas olmayacak bu da tutulamayan yas olarak hem fizyolojik hem psikolojik olarak tekrar tekrar kapımızı çalacaktır.Bu evre de sevdiğimiz kişilerle hissettiğimiz duyguları paylaşmak kabullenme aşamasının daha sağlıklı geçmesini sağlayacaktır.

Burada dikkat edeceğimiz nokta , sosyal çevrenin sizin duygularınızı yaşamanıza izin vermesidir. Herkes yasını aynı yaşamıyor; kişileri bu süreçte belli bir çerçeveye oturtmaya çalışmak zaten doğası gereği zor olan süreci daha da zorlaştırmak olarak karşımıza çıkıyor.

Bazı evrelerde sıkıştığınızı hissedebilirsiniz böyle zamanlar da sosyal destek ve uzman desteğini gündeminize almak sürecinizin daha sağlıklı ilerlemesini sağlayacaktır.

Her veda acı olsa da bizi olgunlaştıran ve geliştiren etmenleri de içinde barındırıyor. Bir yerde değişim varsa veda da kaçınılmaz oluyor.Mevsimler değişiyor , yıllar, yollar, insanlar, yaşantılar..Ve hayat, bu bilinmezlikler içinde çiçek bahçeleri de saklıyor…

Psikolog /Aile Danışmanı

Ayşe Albayrak

Psikodinamik Terapi: Tarihçesi, Yöntemleri, Faydaları, Özellikleri ve İnsana Bakış Açısı

Için bilgi mi arıyorsunuz? Psikodinamik Terapi: Tarihçesi, Yöntemleri, Faydaları, Özellikleri ve İnsana Bakış Açısı makalesine göz atın ve hakkında daha fazla bilgi edinin

Tarihçesi ve Kökenleri:

Psikodinamik terapi, Sigmund Freud’un 19. yüzyıl sonlarında geliştirdiği psikanaliz teorilerine dayanan bir terapi yaklaşımıdır. Freud, insan zihninin bilinçdışı süreçlerle şekillendiğini ve geçmişte yaşanan deneyimlerin, özellikle çocukluk döneminin, bireyin davranışları ve duygusal tepkileri üzerinde derin bir etkisi olduğunu öne sürdü. Psikodinamik yaklaşım, zamanla Freud’un psikanalitik kuramından evrilerek daha modern ve kısa süreli terapötik uygulamalara dönüştü. 20. yüzyıl boyunca Carl Jung, Alfred Adler ve Melanie Klein gibi isimler de bu yaklaşımı geliştirdiler.

Nasıl Oluştu?

Psikodinamik terapi, kişinin geçmişte yaşadığı deneyimlerin bugününü nasıl etkilediğini anlamaya odaklanır. Temel varsayımı, insanların içsel çatışmalarının, özellikle bilinçdışı düzeyde yaşananların, zihinsel ve duygusal sağlık sorunlarına yol açabileceğidir. Freud’un geliştirdiği klasik psikanalizden farklı olarak, modern psikodinamik terapi daha kısa süreli ve daha odaklıdır. Terapi sürecinde, bilinçdışı düşünceler, savunma mekanizmaları ve içsel çatışmalar ortaya çıkarılarak çalışılır.

Psikodinamik Terapinin Özellikleri:

  1. Bilinçdışına Odaklanma: Psikodinamik terapi, bireyin bilinçdışındaki düşünceler, arzular ve duygular üzerine yoğunlaşır. Terapide, bilinçli olarak farkında olunmayan bu süreçler ortaya çıkarılır.

  2. Geçmiş Yaşantılar ve Çocukluğun Önemi: Bireyin çocukluk deneyimlerinin ve erken yaşlarda oluşan ilişkilerinin bugünkü psikolojik durumu üzerinde büyük etkisi olduğuna inanılır. Terapide bu erken deneyimlerin izleri incelenir.

  3. Aktarım ve Karşı Aktarım: Terapötik ilişki, danışanın geçmiş ilişkilerindeki duygularını ve dinamiklerini yansıttığı bir yer olarak görülür. Bu yansıma (aktarım), terapist ile danışan arasında gelişen duygusal etkileşimlerle ortaya çıkar. Terapist de bu süreçteki kendi duygularını (karşı aktarım) kullanarak danışanın iç dünyasına dair içgörüler geliştirir.

  4. Savunma Mekanizmaları: Kişilerin bilinçdışını korumak için kullandıkları savunma mekanizmaları (örneğin bastırma, inkar, yansıtma) analiz edilir. Bu mekanizmalar, bireyin duygusal süreçlerine nasıl zarar verdiği üzerine çalışılır.

  5. Uzun Süreli ve Derinlemesine Çalışma: Psikodinamik terapi, kısa vadeli çözümlerden çok, uzun süreli ve derinlemesine değişimlere odaklanır. Bireyin zihinsel ve duygusal süreçlerinin karmaşıklığına yönelik bir anlayış geliştirmek için zaman ve derin analiz gerekir.

  6. Kişinin İç Dünyasına Odaklanma: Psikodinamik terapi, dış dünyadaki davranışlardan ziyade, bireyin iç dünyası, düşünceleri, fantezileri ve duygusal süreçleri üzerine odaklanır. Bu şekilde, bireyin içsel çatışmalarının farkına varılması sağlanır.

İnsana Bakış Açısı:

Psikodinamik terapinin insana bakış açısı, insanı karmaşık ve çok katmanlı bir varlık olarak ele alır. Bu bakış açısının temel noktaları şunlardır:

  1. Bilinçdışı Süreçlerin Etkisi: Psikodinamik yaklaşıma göre, insanların düşünceleri, duyguları ve davranışları büyük ölçüde bilinçdışı süreçlerden etkilenir. Bireyler genellikle bu süreçlerin farkında değildirler ve davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu göremezler. Bilinçdışı, bireyin arzularını, korkularını ve bastırılmış anılarını barındırır.

  2. İçsel Çatışmalar: İnsan, farklı duygusal ihtiyaçlar, arzular ve sosyal beklentiler arasında sık sık içsel çatışmalar yaşar. Psikodinamik terapi, bu çatışmaların farkına varılması ve çözümlenmesi gerektiğini vurgular. Çatışmalar genellikle bilinçdışı düzeyde olup, bireyin ruhsal dengesi üzerinde derin bir etki yaratır.

  3. Geçmişin Bugün Üzerindeki Etkisi: Psikodinamik terapi, bireyin geçmişte yaşadığı deneyimlerin, özellikle çocukluk dönemindeki ilişkilerinin, bugünkü düşünce ve davranış kalıplarını büyük ölçüde şekillendirdiğine inanır. Çocukluk döneminde yaşanan travmalar, ihmal ya da yoğun duygusal bağlar, yetişkinlikteki psikolojik sorunların temelini oluşturabilir.

  4. Savunma Mekanizmalarının Önemi: İnsan zihni, bilinçdışı düzeyde acı verici duygulardan ve içsel çatışmalardan korunmak için savunma mekanizmaları geliştirir. Bu mekanizmalar, bireyin ruhsal bütünlüğünü koruma amacıyla kullanılsa da uzun vadede işlevsiz hale gelebilir. Psikodinamik terapi, bu savunma mekanizmalarını inceleyerek, bireyin duygusal ve zihinsel sağlığı üzerindeki etkilerini anlamaya çalışır.

  5. Kendini Gerçekleştirme Arzusu: Psikodinamik yaklaşıma göre, insanlar içsel potansiyellerini gerçekleştirme ve daha derin bir kendini anlama arayışı içindedirler. Bu süreç, kişinin içsel çatışmalarının, bilinçdışı arzularının ve geçmişle yüzleşmesinin ardından mümkün hale gelir. Terapide, bu süreçler çözülerek bireyin daha bütünsel ve sağlıklı bir yaşam sürmesi hedeflenir.

  6. İlişkilerin Rolü: Psikodinamik terapi, bireyin ilişkilerini ve bu ilişkilerin kişinin ruhsal sağlığı üzerindeki etkilerini derinlemesine inceler. İnsanların geçmiş ilişkilerinden taşıdıkları duygusal yükler, bugünkü ilişkilerine yansıyabilir ve bu durum psikolojik sorunlara yol açabilir. Terapide, bu dinamikler üzerinde çalışılarak daha sağlıklı ilişkiler kurmanın yolu açılır.

Başlıca Yöntemler:

  1. Serbest Çağrışım: Danışan, aklına gelen her şeyi özgürce paylaşır. Bu, terapistin bilinçdışı düşünce ve duyguları keşfetmesine yardımcı olur.

  2. Rüya Analizi: Danışanın rüyaları, bilinçdışı süreçlerin bir yansıması olarak ele alınır ve rüyaların anlamı incelenir.

  3. Savunma Mekanizmaları: Kişinin bilinçdışını korumak için geliştirdiği savunma mekanizmaları incelenir ve bunların nasıl işlevsiz hale geldiği üzerinde durulur.

  4. Aktarım ve karşı aktarımın çalışılması: Danışan ve terapist arasında oluşan ilişki, danışanın birçok ilişki örüntüsünü aktarabileceği ve tekrar tekrar yaşayabileceği bir başka alandır. Bu alanı terapist ile çalışıyor olmak aktarımın çalışabilmesiyle davranış ve ilişkisel örüntülerin çözümlenmesine yardımcı olur.

Kimler İçin Uygundur?

Psikodinamik terapi, içsel dünyası üzerinde derinlemesine çalışmak isteyen bireyler için uygundur. Genellikle şu gruplar için tavsiye edilir:

  • Kendini daha iyi anlamak isteyenler: Özellikle kim olduklarını ve neden belirli şekillerde tepki verdiklerini keşfetmek isteyen bireyler.

  • Duygusal Sorunlar Yaşayanlar: Depresyon, kaygı, öfke, yas gibi yoğun duygusal deneyimlerle başa çıkmakta zorlanan kişiler için uygundur.

  • Bilinçdışı Çatışmalar yaşayanlar: Geçmiş travmalar, çocukluk deneyimleri veya farkında olunmayan içsel çatışmaların etkisi altında olduğunu hisseden kişilerde etkili olabilir.

  • Kendilik Algısı Sorunları: Özgüven eksikliği, kimlik sorunları veya kendine dair olumsuz düşüncelerle mücadele eden kişi
    lerde kullanılır.

  • İlişki Problemleri: Geçmişten gelen travmaların veya ilişkilerde tekrar eden sorunların çözülmesi için çiftler veya bireyler bu terapiden faydalanabilir.

  • Savunma Mekanizmalarını Keşfetmek İsteyenler: Kişiler, savunma mekanizmalarını tanımak ve bu mekanizmaların hayatlarına nasıl yön verdiğini anlamak istiyorlarsa psikodinamik terapi bu konuda yardımcı olabilir.

  • Kronik Sorunlarla Baş Edenler: Uzun süreli psikolojik sorunlar yaşayan ve bu sorunların kökenini daha derin bir şekilde anlamak isteyen kişilerde uygundur.

Keneler şimdi de zombi virüsü mü yayıyor?

İnsanoğlu minicik kenelerden çektiğini, ne arsız arsız vızıldayarak uykumuzu bozan sivrisineklerden ne de utanmazca bütün dünyaya yayılmış etli etli çirkin ve kocaman hamamböceklerinden çekmemiştir. Bilim insanları şimdi kenelerle yayılan yeni bir virüs keşfetti.

Kenelerin sinsice ve fark ettirmeden deri altına kafasını sokup günlerce bir insanın kanını emmesi, sonunda kurbanın ölümcül Kırım Kongo Kanamalı Ateş hastalığına yakalanmasına bile sebep olabiliyor. Dolayısıyla hepimiz kenelerden çekiniyoruz.

Ancak kenelerin daha da büyük bir soruna yol açabileceği keşfedildi. Doğru müdahale edildiğinde Kırım Kongo Kanamalı Ateş’ini iyileştirmek ve hastaları kurtarmak mümkün. Peki ama zombi olmaktan geri dönüş mümkün mü?

Çin’deki bilim insanları, insanları ve diğer hayvanları enfekte edebilen kene kaynaklı yeni bir virüs keşfettiklerine inanıyor. Şu ana kadar sadece bir avuç insan vakası tespit edilmiş olsa da, virüsün bizi hasta edebileceği ve potansiyel olarak beynimizi istila edebileceği görülüyor.

Bu hafta başında yayınlanan New England Journal of Medicine makalesinde ayrıntılı olarak açıklanan bulgulara göre, bu virüsün bilinen ilk kurbanı, Haziran 2019’da Jinzhou kentindeki bir hastaneye ateş, baş ağrısı ve birden fazla organda işlev bozukluğu belirtileri ile başvuran 61 yaşındaki bir adamdı. Beş gün önce, İç Moğolistan’daki (Kuzey Çin civarında) bir sulak alan parkını ziyaret ederken keneler tarafından ısırılmıştı. Ayrıca ilk antibiyotik tedavisine yanıt vermemiş, bu da viral bir enfeksiyonun sorumlu olduğunu göstermişti.

Bilim insanları hastanın kanını test ettiklerinde daha önce hiç görülmemiş bir viral etkenle karşılaştılar. Yeni nesil genetik dizileme, gizemli virüslerinin Nairoviridae ailesindeki orthonairovirus cinsine ait olduğunu ve Kırım-Kongo kanamalı ateş virüsü gibi diğer kene kaynaklı virüslerle yakın akraba olduğunu ortaya çıkardı. Buldukları virüse Sulak Alan virüsü ya da WELV adını vermeye karar verdiler.

Beyin enfeksiyonu yapan virüs

WELV hastaları ateş, şişmiş lenf düğümleri ve baş dönmesi gibi çeşitli spesifik olmayan semptomlar yaşama eğilimindeydi. Bu hastaların bazılarında doku hasarı ve kan pıhtılaşması belirtileri görüldü ve bir hasta hastalığı nedeniyle komaya girdi. Bu hastada ayrıca nörolojik enfeksiyon belirtileri görüldü ve omurilik sıvısında beyaz kan hücreleri arttı. Neyse ki tespit edilen tüm hastalar sonunda iyileşti. Ancak araştırmacılar farelere ilk hastalarından ve kenelerden topladıkları WELV suşlarını verdiklerinde, virüsün beyne ulaşabildiğini ve bu hayvanlarda ölümcül enfeksiyonlara neden olduğunu gördüler.

Özet olarak söylemek gerekirse, kene gördüğünüz yerden koşarak kaçın. Ancak, buldukları her virüsle biyolojik silah geliştirmek için koşa koşa laboratuvarlara kapanan silah endüstrisi bu yeni keşfedilen virüsü geliştirerek gerçekten zombi virüsü üretebilir mi? Bu fantastik soru da aklımızın bir köşesinde kalsın.

Dünya yörüngesinde, aynı anda hiç bu kadar fazla insan olmamıştı

Polaris Dawn görevinin de uzaya ulaşması ile birlikte, insanoğlu için yeni bir rekor daha kırılmış oldu: Aynı anda Dünya yörüngesinde bulunan insan sayısı rekoru!

Geçtiğimiz gün, 11 Eylül’de Uluslararası Uzay İstasyonu’na (UUİ) üç yeni insanın daha ulaşması ve tamamı sivillerden oluşan Polaris Dawn görevinin de onlara eklenmesi ile birlikte, Dünya yörüngesinde toplam 19 insan oldu. Bu kadar fazla kişinin yörüngeye çıkması ise, yeni bir rekoru beraberinde getiriyor.

Don Pettit, Aleksey Ovchinin ve Ivan Vagner olmak üzere bir ABD astronotu ve iki Rus kozmonot, UUİ’de bulunan Matthew Dominick, Michael Barratt, Jeanette Epps, Alexander Grebenkin, Oleg Kononenko, Tracy Caldwell Dyson, Nikolai Chub ve Boeing sorununun ardından uzun süreli bir konaklama yapmak zorunda kalan Butch Wilmore ve Suni Williams’tan oluşan dokuz kişiye katıldı. Böylece UUİ’de bulunan insan sayısı 12’ye yükseldi.

Ayrıca UUİ’de olmasalar da yörüngede Çin Tiangong Uzay İstasyonu’nda üç “taikonaut” Ye Guangfu, Li Cong ve Li Guangsu da yer alıyor.

Bunların yanı sıra SpaceX’in Polaris Dawn görevine katılan ve ilk özel uzay yürüyüşünü gerçekleştiren dört sivil Jared Isaacman, Scott Poteet, Sarah Gillis ve Anna Menon da bu gruba katıldı. Böylece şu anda Dünya yörüngesinde bulunan insan sayısı 19’a yükseldi.

Eski rekor 17 kişiydi

Dünya yörüngesi, toplam 19 insanla şu ana kadarki nüfus rekorunu kırdı. Bu rekor en son geçtiğimiz yıl Mayıs 2023’te, astronot Frank Rubio da dahil olmak üzere 17 kişinin yörüngede olduğu zaman kırılmıştı. O rekor sırasında da Rubio planlanmamış bir şekilde uzun süreli olarak yörüngedeydi.

Ancak bu rekor, “uzay” tanımlamanıza bağlı olarak uzaydaki en fazla insan sayısı rekoru değil. ABD’nin 50 mil (80 kilometre) uzay tanımını kullandığımızda, bu rekor Mayıs 2023’te toplam 20 kişinin uzayda olduğu zaman kırıldı. Buna UUİ ve Tiangong uzay istasyonundaki insanlar ve Virgin ve Axiom Space’in iki özel alt yörüngesel uzay girişimi dahildi. Alt yörüngesel uçuşlar Dünya’nın yörüngesinde tur atmak yerine, uzaya doğru ilerleyen ve sonra Dünya’ya geri düşen kavisli bir yol izlerler.